Doğum nedir?
Yeni Dünyada Doğum!
Toplum çok değişti. Bundan 100-200 sene önce bir kadın erken yaşta evlenir, birçok çocuk doğururdu. Doğumların çoğu evde, tarlada olurdu, çoğunda ciddi bir sorun olmazdı, doğum her kadının defalarca yaşadığı fizyolojik bir olaydı. Ama gebelik ve doğum, ardından lohusalık ve yeni doğan döneminde yaşanabilen komplikasyonlarla çok sayıda anne ve bebeği kaybederdik.
Doğumlardaki bu komplikasyonları önlemek için birçok metot geliştirildi. Öncelikli sorun hijyen koşullarıydı. Sadece temizliğin gündeme gelmesi sonra da antibiyotiklerin keşfiyle enfeksiyon ile mücadele yüzbinlerce insanın hayatını kurtardı. Mekanik problemlerde ise önce forcepsin sonra da sezaryen ameliyatının geliştirilmesi ile doğumlarda artık eskisine nazaran çok çok az sorun yaşıyoruz. Annelerin genel sağlığı hayat şartlarının düzelmesiyle iyileşti, doğum sonu kanamalar ile mücadelede rahim kasıcı ilaçların ve cerrahinin kullanıma girmesiyle de çağ atlandı. Tıbbın devreye girmesiyle anne ölüm oranları yüzde birlerden onbinde birlere düşürüldü. Doğumun sağlıkla sonuçlanmasında tıbbın bu kadar etkili olması beraberinde sadece sorunlu doğumlarda değil, normal seyreden doğumlarda da tıbbın hakimiyetini beraberinde getirdi ki biz buna “doğumun medikalizasyonu” diyoruz.
Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada doğuma bakış açımız çok mekanik, teknik, tıbbi.
Evet doğum belli riskler içeriyor. Söz konusu olan bebeklerimizin, annelerimizin hayatı. Ancak tedbir alma ve gerektiğinde gerekli müdahaleleri yapma işini öyle bir abarttık ki, doğumun aslında doğal bir fizyolojik işlev olduğunu unuttuk. Yaptığımız müdahalelerin faydasını gördükçe sandık ki doğumu kontrol etmeyi başardık. Oysa doğum kontrol edilebilir değil kendiliğinden işleyen bir süreç. Doğumun doğru işlemesi için en önemli olan şey annenin kendini güvende hissetmesi, rahat olması. Her şey yolunda giderken bir müdahale yapıldığında işleyişinde aksaklıklar oluyor.
Bunu sindirim sisteminden verebileceğimiz bir örnekle netleştireyim: Besinleri sindirmek midenin görevi. Yemeğimizi çiğneyip yuttuğumuzda midemizde salınan enzimlerle sindiriliyor. “Şimdi çok yağlı yedim bu enzimden biraz daha fazla salgılamam lazım” diye düşünüyor muyuz, hayır. Her şey kendiliğinden oluyor. Tıp devreye ne zaman giriyor, ülseriniz varsa anti asit ilaç kullanıyoruz, bağırsaklarımız tıkandıysa cerrahi yapıyoruz. Ama durup dururken, hiçbir sorun yokken ilaç kullanır ya da cerrahi geçirirsek sindirme işlemimiz sekteye uğrar. Doğururken de herhangi bir sorun yokken ilaç ya da müdahaleleri kullanırsak doğum yapma işlevimiz bozulur. Nasıl sağlıklı bir beslenme için huzurlu bir ortamda rahat rahat yemeğimizi yememiz lazım, sağlıklı bir doğum için de aynı şey gerekli.
Hastanelerin işleyişi doğumda çıkabilecek sorunları saptamak üzerine kurulu.
Doğumları evlerimizden hastanelere taşımamızın sebebi, sorun çıkarsa buna zamanında müdahale edebilme imkanına kavuşmaktı. Dolayısıyla hastanedeki ebeler, hemşireler, doktorlar doğum yapan anneyi ve bebeğini gözlemleyerek olası sorunlara karşı hazırlıklı olurlar. Buna karşın evdeki gibi doğum yapan tek kişiyi destekleyen birkaç yakınının olduğu koşullar yerine, birden çok, bazen onlarca doğum yapan kadına yetişmeye çalışan birkaç sağlıkçının olduğu koşullar gündeme gelir. Bu koşullarda da rutin uygulamalar devreye girer. Mesela her anne hastane önlüğü giyer ki, sezaryen yapılması gerekirse giyinmekle uğraşılmasın. Her hastaya damar yolu açılır ki, ilaç gerekirse hemen verilebilsin. Yakınlar yanına alınmaz ki sağlıkçılar rahat çalışabilsin. Sonuçta yalnız ve aç bırakılmış, hasta önlüğü giyerek, kolunda damar yolu, NST’ye bağlı bekleyerek sürekli her an bir şey olabilir mesajı alıyor gebe. Ortamın karanlık ve mahrem olması gerekirken çoğu doğumhanede ışıklar sonuna kadar açık ve mekân hep kalabalık. Bu koşullarda doğumun fizyolojik mekanizmalarının işlemesi mümkün değil. Bu durumda da devreye ilaçlar ve müdahaleler girmek zorunda kalıyor.
Yaşam tarzımız, beklentilerimiz değişti!
Eskiden ekmeğimizi peynirimizi kendimiz yapardık. Kışın ürünlerimize don vurursa hasatımız kötü olurdu, bu kaderdi. Şimdiyse süpermarkete gidip takır takır alışveriş yapıyoruz. Bir ürün istediğimiz gibi çıkmazsa şikayetçi oluyoruz. Her şey hemen olsun, sorunsuz olsun, istediğimiz gibi olsun istiyoruz. Parasını verirsek istediğimizi elde ederiz sanıyoruz. Eskiden bir hastalığı olan insanlar doktora hastaneye erişebildiklerinde mutlu olurlardı. Şimdi ise başımıza bir hal gelirse bunun hesabını illa birileri vermeli. Doğum da bundan nasibini alıyor. Bebek aileye uyan zamanda gelecek, sağlıklı olacak, doğum uzun sürmeyecek, ağrı olmayacak, anne hiçbir şey yapmayacak, nasılsa doktorlar var, onlar kadını doğurtacak, en iyisini onlar bildiğinden eğer bir sorun olursa bu kaderde yazan asla değildir, kesinlikle bir hata yapmışlardır, dava edilmeli hatta haddi bildirilmelidir. En ufak problemde doktora neden sezaryen yapmadı denir ama sezaryen önerdiğinde kolaya kaçmakla suçlanır. Tüm koşulların doğum fizyolojisinin düzgün çalışmasına engel olduğu ortamlarda çalışan doktora neden sezaryen oranın yüksek diye soruşturma açılır, maaşı kesilir. Performans sisteminde doğumun tüm sorumluluğu doktora yüklendiğinden ebelerin rolü giderek azalır.
Sağlık sadece kalbin atmasından ibaret değil. Sağlık temel bir düzey sağlandıktan sonra artık kaliteye de bakmak gerekiyor.
Bugün ülkemizde yılda yaklaşık 1 milyon 250 bin doğum oluyor. Bugünün toplum yapısı, doğumhane işleyişi, hukuk sistemi ve çalışma koşullarına oranla canlı sonuçlanma açısından doğum yardımımız son derece başarılı. Ama canlı demek, sağlıklı demek değil. Bugün her 3 bebekten 2’si ameliyatla dünyaya geliyor. Çoğu doğumda ilaçlar, müdahaleler, travmalar var. Doğuma bitirilmesi gereken bir “İŞ” gözüyle bakıyoruz. Doğum sanki bir cerrahi operasyon. Kadının kendi bedeninde kendiliğinden gerçekleşen mucizevi bir olay değil de “arabanın kaputunu aç bebeği çıkar kaputu geri kapat” benzeri bir teknikalite.
Vücudumuz bir makine değil. Düğmesine bastığınızda birden annelik güdüleri devreye girmiyor.
Annelik güdülerinin devreye girmesinde fizyolojik mekanizmalar var ve bunları taklit etmek öyle kolay değil. Ayrıca günümüzde bu mekanizmaların önemini göremediğimiz için taklit etme derdimiz de yok. Gayet mekanik olarak belirlediğimiz ve “yeterli” dediğimiz gün hastaneye gidiyoruz, bebekle anneyi ayırıyoruz, her şey sağlıklı sonuçlanmış gibi geliyor. Çünkü azalmış süt, yetersiz bağlanma, depresyon, müdahalelere bağlı komplikasyonlar gibi uzun vadede olan etkileri doğumun olduğu gün görmüyoruz.
Op. Dr. Semra Özer, doğuma bakış açımızı değiştirirsek bu kısır döngüyü de nasıl kıracağımızı bulabileceğimizi söylüyor ve ekliyor, ‘doktorlar şöyle, gebeler böyle, koşullar kötü diyerek birilerini suçlamayı bırakıp, doğum koşullarını nasıl düzeltiriz, doğumda kadınlara nasıl destek oluruz, bebeklerin hayata başlangıçlarını nasıl daha kaliteli hale getiririz, gereksiz sezaryenleri nasıl önleriz, doğumdan anne ve bebek kadar doktor ve ebenin de mutlu ayrılmasını nasıl sağlarız diye çalışmamız gerekiyor.’