VALLAHİ 29 OLDUM, İNANILIR GİBİ DEĞİL

Bayram tatili için İzmir’e gelmiştim. Huzura erecektim, hatta biraz daha zorlayıp nirvanaya ulaşabilirdim. Hepsini kısmen gerçekleştirdim, huzura erdim fakat nirvanaya tam ulaşacakken, obezite ile mücadele ederken buldum kendimi.

Bu sene ne kadar çok çalıştığımı ve ne kadar çok yorulduğumu anlatmayacağım artık, sonra nazar değiyor işime gücüme, itibar kaybına uğruyorum. Çok çalışıp, çok eğlenip, çok takılınca aynı anda spor yapıp sağlıklı beslenemiyorsun. Yani ben yapamadım, beceremedim. Yıllardır spor yapan ve sağlıklı beslenmeye çalışan bir insan olarak, bu sene de böyle olsun, benim iskeletim sağlam, boyum da 190, yerim yerim kilo almam, alsam da göstermem, diye kendimi kandırdım. Sonunda gerçekleşmez dediğim ne varsa, hepsi oldu.

Siz bu yazıyı okurken ben 28 yaşımı bitirip 29’uma merhaba diyor olacağım ve mümkünse bir on sene o yaşta kalacağım. Fakat ben bu yazıyı yazarken, bahçedeki ince gövdeli ağaçlara bakıp, gençliğimi hatırlıyorum. Hamburger yiyerek, pizza yiyerek, makarna yiyerek, alkol ile yıkanarak mahvettiğim bedenime bakıyorum. İstanbul’a döner dönmez bir spor salonuna yazılıp, eski halime ve sağılığıma dönmek adına, çeşitli motivasyon gereçleri arıyorum.

Bunlardan biri alışkanlık kazanma bileklikleri. Ben de Nil Karaibrahimgil’de gördüm. Örneğin; 3 gün şekersiz beslenirsen, bileğine bunlardan 3 tane takıyormuşsun. Toplamda 21 tanelermiş ve beynin yeni bir alışkanlık kazanmaya alışması 21 günmüş. Yani alışkanlık için çaba sarf ettiğin her gün bir tane bileklik takıyorsun koluna. İşin en zor kısmı 18 gün şekerli bir şey yemedin ama 19. Gün yedin, hoop çıkarıyorsun tüm bileklikleri ve yeniden başlıyorsun.

Beyin dediğin şeyi böyle terbiye ediyorsun işte. Yaş ilerledikçe de hayattan seni neyin mutsuz ettiğini öğreniyorsun. Mutsuz olduğun şeylerden uzak durarak da mutluluğu yakalayabiliyorsun. Ne yazık ki yaşadığımız dünyada artık, mutluluk çaba gerektiren bir duygu ve peşinden gitmen gerekiyor.

Şahsım adına konuşacak olursam, doğum günleri pasta üflemekten ziyade yeni kararlar almak gibi gelir hep bana. Mumları üflerken dilediklerin için ne denli çaba gösterdin, bir sene sonra kaçını başarabildiğinin muhakemesi gibi. Ben geçen yıl, dilediklerimin büyük bir kısmını gerçekleştirdim ve hayatla ilgili kendimce bir farkındalık geliştirdim. Bir kaçını sizinle paylaşmak istiyorum.

Bir kere yalnızlık çok büyük  bir lütuf, değerini bilmek lazım. Yatağa çapraz yatmak ve yastıklara sarılmanın bir insana sarılmaktan daha keyifli geldiği anlar var. Tadını çıkarın. Ne yaparsanız yapın, hayatınızdan gidenler olacaktır. Bu durumu çok dramatize etmemek lazım, senin hayatında olması gerekenler bir şekilde kalıyor ve inan aşk acısı dediğin kendi yarattığın illüzyondan başka bir şey değil. Eğer istersen unutmayı seçebiliyorsun. İnsanı hayata bağlayan şeylerden biri de hobiler, çalışmak ve seyahat etmek. Bu yüzden, ilk defa spora hobi olarak geri dönüyorum. Hobilerimi kendime meslek haline getirip, hobisiz kalmıştım. Bir de ben İstanbul’dan gidersem, başına bir şey gelecekmiş gibi geliyordu, O’ndan kurtuldum. Kazık kadar şehir, başının çaresine bakar. İnsanların ölmeden önce sadece seyahat anılarını hatırladıklarına dair bir araştırma okumuştum.

Yeni yaşımda ‘’gelsin hayat bildiği gibi gelsin’’ diyen Sezen Aksu’yu dinleyeceğime, beni üzen, yoran herkesten koşar adım kaçacağıma, daha çok seyahat edip, daha az miskinlik yapacağıma, az yiyip çok spor yapacağıma, aşk denilen duyguyu saklayıp koruyacağıma söz veriyorum. Vallahi 29 oldum, inanılır gibi değil.