Şehirde bir KAOS ortamı hakim, uzmanlar uyarıyor; makarna, su ve sevgi stoklayın.
Ülke gündeminin hızına yetişmek mümkün değil. Sürekli partileyen insanlar gibi yorgun ve bitkin görünüyoruz. Şöyle elimde kahvemle, tek sorumuzun ‘’kış lastikleri’’ olduğu günleri yaşamak istiyorum.
İnsanlar çok gergin azizim… insanlar birbirileriyle göz teması kurmamak adına var gücüyle çaba gösteriyor. Kahve kuyruğunda, market kuyruğunda kazara birine başınla selam veremiyorsun. İçimdeki insanlığın katili yine insanlar ne yazık ki.
Halbuki bir kaç zaman öncesine kadar, Türk sinemasının güzide seçkilerini bayıla bayıla izleyen, rakı sofrasında iki tek attıktan sonra birbirini şapur şupur öpen, bakkala ekmek almaya giderken yan komşunun ziline basıp ‘’istediğin bir şey var mı?’’ diye soran bir millettik. Ne oldu bize allahasen?
Tüm çıbanın başı büyük marketler. Hayatımıza bir girdiler, büyüdüler, sonra o kadar büyüdüler ki biz içlerinde küçücük ve değersiz kaldık. Sonra devlet baba akıllandı tabii ki bunları şehir merkezlerinin dışına taşıdı ama bunlar küçülerek yine geldiler mahallemize. Mahallenin içindeki ahengi, kocaman indirim afişleri ile bozdular. Ekmek almaya gidip, torbalarca alışveriş yaparken bulduk kendimizi. Akıllı kanser tümörü gibi, neye ihtiyacın yoksa onu tüketmeyi, şiar edindiler.
Tüketmek için kurulmuş bir oyuncaktık adeta. Yerli yersiz her şeyi tüketip mutlu olmayı bekledik. Ayağındaki louboutin ile yalın ayak top oynayan çocukların mutluluğu kıskanan insanlar tanıyorum. Gerçekten en son ne zaman mutlu olduğunu hatırlamıyorlar. Çünkü genlerimize kodlanmış olan şey, black friday değil siesta bizim. Fal baktırmak için kahve içen bir milletin, türk kahvesi satılmayan coffee shopları var. Halbuki yabancı düşmanı ve şövenist değilimdir. Anlatmak istediğim, gerçek mutluluğun genlerinde ve kendinde saklı olduğu. ‘’Kendini sev ve kendini tanı’’ felsefesini kendinden başka kimseyi sevmemek olarak algılayarak hata yaptık farkındayım.
Geçtiğimiz günlerde bir yapımcı arkadaşımla kahve içiyoruz, yıllarını televizyon camiasına adamış 40’larında başarılı bir kadın. Başından hiç evlilik geçmemiş, uzun ilişkiler yaşayıp, evliliğin aşkı öldürdüğüne inanmış bir kadın A. Son zamanlarda hayatına kimseyi alamamaktan şikayet etti. Kimsenin kimse için zaman harcamadığını, eskiden bu işlerin böyle olmadığını, çabuk ve kolay tüketilen duygular yüzünden inşaların dejenere olduğunu anlattı. O şanslıydı aslında, 40’larında bu durumdan şikayet etmişti. Halbuki 20’lerin başında hayata yeni atılan bir arkadaşım da şarap içerken bunları anlatmıştı bana.
Şimdi ülkede ve şehirde bir kaos ortamı hakim ve uzmanlar çıkıp her şeye hazır olup ve makarna stoklayın diyor. Şehirde zaten bir ayakta kalma savaşı vardı ve şiddet her zamankinden daha yaygın bir silahtı. Aslında çok uzun zaman önce sevgisizlik krizi baş göstermiş ve mutluluk kara borsaya düşmüştü, umut aslanın ağzındaydı bu sebepten kimse onlardan bahsetmedi. Kimi hayatın başında, kimi ise ortasında fark ediyordu bu durumu. Su ve makarnada sonra bolca sevgi stok etmeli insanoğlu zira en büyük kriz kapıda her şeye hazırlıklı olunmalı…