SAKIN DURMA YOKSA DÜŞERSİN!

Şöyle arkama yaslanayım da ağız tadıyla depresyona gireyim, aşk acısı çekeyim, iki hüzünleneyim diyorum, olmuyor, başaramıyorum. Tam kendimi dinleyeceğim, içimde yeni bir şeyler yapmak isteyen cılız bir ses var, O’na kulak kabartacak oluyorum, kendimi bangır bangır müzikle dans ederken buluyorum. Vallahi garip bir şey oldu ve biz, bir şeye dönüştük.

yalnizlik

Çok uzun zamandır aşk acısı çekmiyorum, aslında aşk yaşayamadığım için acısını da yaşamak pek mümkün değil. Yengeç burcu insanı olarak, aşk acısı bedenimde doping etkisi yapar ve yaşadığım aşk acısının mükafatı olarak, kendimce yaptığım kariyerimde atılımlar sıçramalar yaparım. Sırf bu yüzden yani mesleki yararından mütevellit aşk acısını severim. Yengeç burcunun ataları; Sezen Aksu, Yıldız Tilbe ve Deniz Seki’ye de buradan selam ederim.

Sezen Aksu demişken, geçtiğimiz günlerde dünyamızı şereflendirişinin bilmem kaçıncı yıl dönümünde, kendimce kutlama yaptım. Alkolü bininci kez bıraktığım için, kahve içerek tüm diskografisini, özlü sözlerini, röportajlarını şöyle bir taradım. Serde PR’cılık var, sunum haline getirip evine kadar yollasam diye de düşünmedi değilim. Hayata ve insan dair o kadar güzel şeyler söylemiş ki, onun bu hayatı anlamlandırış şekline bakınca, uzun uzun neden yaşadığımı sorguladım. Küçücük dünyama göre biraz fazla hırslıydım, biraz da hızlı ne gerek vardı tüm bunlara? Sezen diyor ki bir keresinde ‘’aşk acısının yası tutulur amma üç gün amma beş gün… illa ki saygı ister her aşk ve matem bekler bitişi, velev ki tutmadın yasını, gün gelir o yas hiç ummadığın anda tutar seni, kolunu kanadını kırar!’’ cümleler birebir bunlar değil, benim de yorumlar var tabii ki içinde ama anlatılmak istenen şey aynı.

Sezen Aksu’nun doğum gününe denk gelen zamanlarda küçük bir kalp kırıklığı ile baş etmeye çalışıyordum ki geçmişimle kıyaslayınca, baya başarılı buldum kendimi. Tam gaza gelmiş, azıcık yas tutayım diyordum ki, Türkiye’de yaşasa ‘’çivi çiviyi söker’’ sözünü dövme yaptıracak olan Samantha Jones’u dinlemeye karar verdim. Hayatımın önceki kısımlarında sürekli Sezen’i dinleyip ruhuma tebelleş ettiğim, insana özgü fakat modern çağa aykırı duygulardan bir bir kurtulmak istiyordum.

Buradan herkese seslenmek istiyorum, çivi çiviyi söküyor arkadaşlar hem de öyle bir söküyor ki inanamazsınız. Biz mutlu aşka kadeh kaldırıp, güzel güzel şarkılar söylerken hayat fevkalade hızlanmış, hızlanmakla kalmayıp bir de bizim gibi kısmi yaşlılara da tur bindirmiş. Bir kalp kırgınlığı mı yaşadın, hemen başkasını bulacaksın ve ardına bile bakmadan olay mahallinden kaçacaksın.  Es kaza, senden çok haşlandım diyorsa biri, duygularının gerçek olmadığını, çat diye yapıştıracaksın yüzüne. Hayvani içgüdülerine, dünyevi isimler arıyorsun ve yanlış yapıyorsun, diye de büyük laflar edeceksin. Sistem bu üzgünüm. Büyük umutlarla çeyiz düzdün, nişan yaptın fakat yüzükler atıldı hooop havadayken yakalayıp hemen başkasına takacaksın. Damat/Gelin düğüne mi gelmedi, hemen kendinle evleneceksin. En sonunda kedinle baş başa kalıyor insan, bunu şiar eyleyeceksin kendine. Hayat çok hızlandı, durursan düşersin! O yüzden kendine gel gencecik insanınsın, dinlenmek de neymiş, asla durmayacaksın. E yeni hayat bu, ağır gelirse sana, köyüne döneceksin.

Sadece özel hayatla sınırlamak da doğru değil bu durumu. İş hayatı çok uzun zamandır böyle zaten. Sen tam anlamalıyla yaptığın işe ve departmana vakıf olduğun anda, önemini yitirmiş oluyorsun. Devlet memurluğundan ya da öğretmenlikten bahsetmiyorum. Özgür ve kreatif zekaya ihtiyaç duyulan mesleklerden bahsediyorum. Örneğin kuaförün yanında işe başladın, düz fön çekmeyi öğreniyorsun. Saç kurutma makinasını bacak aranda tutmayı öğren, saç fırçasını sağ ve sol elin arasında ışık hızıyla geçirmeyi ve aynı anda müşteri ehlemeyi kavra, çat dalgalı saç modası gelsin. Oysa öğretmenlik öylemi, çarpım tablosu yıllardır aynı bir değişiklik yok, ha keza İstanbul’un fethi de aynı, bir tek coğrafya bilgilerimiz değişti, ondan da asla bahsetmemeye yeminli, eskiye bu kadar meyilli başka bir eğitim sistemi de yoktur.

Bu yüzden hayata neresinden asılacağın mühim. Hangi normlarla hayatını devam ettireceğin de öyle. Hızlı yaşamak ile tüketmek, yavaş yaşamak ile sıkılmak hep koleratif olgular. Kendi özel alanımı tahsis edeyim, orada da mutlu olayım diyorsan, şehirde sıkar o biraz. Toplayacaksın pılını pırtını Ege kasabalarına göçeceksin. Sebzenin tazeliği, denizin serinliği, havanın sıcaklığı hakkında ucu bucağı gelmeyen güzellemeler yapacaksın. Aynı günün benzerlerini, sıkılmadan ama kanıksamış bir şekilde yaşayacaksın.

Ya durursan düşeceksin ya da düşünce canının yanmayacağı bir yere gideceksin.