Önce sizi tanıyalım Füsun Göncü kimdir? Yazma tutkunuz nasıl ve ne zaman başladı?
Liseyi bitirdikten sonra, ailemin hostes olma isteğime karşı çıkmaları ve üniversite eğitimine devam etmem için ısrar etmeleri üzerine tek kurtuluşun evlilik olduğuna inandım ve evlendim. Kızım doğduktan sonra bakımı ve eğitimiyle yakından ilgilendim. Ortaokula geçtikten sonra boş zamanlarımı değerlendirmek üzere bir şeyler yapmak istedim. Bir dershaneye kayıt yaptırıp üniversite sınavına girmek üzere araştırmalara başladığımda lisede resim öğretmenim olan Tülin Satır, Beyoğlu’nda yeni bir okul açıldığını ve dersaneyle vakit kaybetme gel bakalım dediğinde Akademi İstanbul’a gittik. Ortaklarından biri Cenajans Grey’in sahibi Nail Keçeli’ydi… Mülakatla girilen akademiden düz geçebilen iki öğrenciden biri oldum. Mezun olur olmaz Hürriyet Gazetesi yazarlarından Gülçin Telci’nin asistanlığını yapmaya başladım. Hocalarımdan ve Gülçin Hanım’dan çok şey öğrendim.
Gülçin Hanım’ın vefatıyla Fatoş Kayacan Hataylı’nın sahibi olduğu The Best adlı dergide dosya haberler hazırladım. Kısa bir süre Esenyurt Belediyesi’nde basın danışmanlığı görevlerinde bulundum.
Kızımın üniversiteye hazırlık döneminde işten çıktım. Bir kaç yıl sonra tekrar çalışmak üzere iş aradığımda basın dünyasının dişlerinde un ufak olup yeniden yoğrularak istenilen şekle girmekle, yol parasına çalışmak arasında ince bir çizgide kaldım. Yazmak, olmazsa olmazımdı… Ben de kendim yazmaya karar verdim ve ilk romanım Spastik Psikopat ve Zippo Çakmak’ı yazdım. Daha sonra eşimim uzun yol kaptanı olması nedeniyle gemiyle seyahatler çıkıp uzun zamanlar denizin üstünde okudum, yazdım ve epey düşünmeye fırsat buldum. Ülkemizde ne çok insanın hakkı yeniyor, zulmü yapılıyordu.
Türkiye’ye döndüğümde şeffaflıkta ilk sırada olduğuna şahit olduğum Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğine girdim ve on yıla yakın yönetici olarak gönüllü hizmeti verdim. Keşke daha fazla vaktim olsa ve orada gençlere faydam dokunsa ama ben bir işe girdiğimde sonuna kadar ve layıkıyla başarmak isterim. Zamansızlık en büyük engelim çünkü yakışıklı bir torunum var, onunla vakit geçirmek ömre bedel bir duygu…
Roman ‘Aysu” bizlere ne anlatıyor?
Aysu, bir kadının sabır ve dayanma gücünün sonsuz olmadığını, şiddet; dayanılmaz bir hal aldığında içindeki cesaretin kararlılıkla ortaya çıkabileceğini ve müthiş bir güce kavuşabileceğini anlatıyor. Farkındaysanız kadın cinayetlerinde büyük çoğunluk, beraber olduğu kadının kendisini terk etmesine katlanamayan erkekler tarafından işleniyor. Beraber olduğu kadının güçlenmesi erkekleri her zaman korkutur. Güçlü kadına hükmetmek neredeyse imkansızdır.
Bu romanı yazarken nereden ilham aldınız?
İlham dediğiniz şey zaten yaşamın kendisi değil mi? Her gün görüyoruz, duyuyoruz Sisifos’un trajik kısır döngüsü gibi özellikle ev kadınlarının “madem öleceğiz, nedir bu yaşam gailesi” yılgınlığı… Üstelik hiç bir takdir görmeden geçen koca ömürlü insanlar her yanımızda değil mi?
Kitaplarınızdaki kadın karakterlerle aranızda bir bağ var mı?
Olmaz mı? AYSU’yu o evden kurtarmak için geceler boyunca plan yaptım. Nagehan’ın duyduğu kini içimde hissettim. Iris’in sabrını hayranlıkla yazdım. Sarp’ın zavallı annesi için gözyaşı döktüm; Wawa için çok üzüldüm! O kadınların sıkışmışlık hislerini yüreğimde hissettim.
Kitap serisi ya da bir kitabınızın devamını çıkartmayı düşünüyor musunuz?
Evet tabi… Malum, ülkemiz yönetimlerinin kadın haklarını uygulamadaki başarı notu epey kırık…
Genelde nerede ve ne zaman yazarsınız?
Her sabah beş gibi kalkar iki üç fincan kahve içerken dokuza kadar yazarım. Karakterlerin yerine geçer, onlar gibi düşünür onların duygularını hissederek aklıma ne gelirse yazarım. Öğleden sonra yazdıklarımı okurum. Müthiş bir gürültü oluşur beynimde. Hepsi birbirleriyle konuşur, kavga eder, küfür eder ya da kendilerini ifade etmeye çalışırken müthiş bir kakafoni oluşur ve onları temizlerim. Tıpkı bahar temizliği yapar gibi…