21. Yüzyıl’da böyle şeyler olmaz dediğimiz her şeyin inadımıza olduğu koskoca bir sene geçirdik. Yıl bir yıl daha geçti ama ne kadın cinayetleri durdu, ne kadına karşı şiddet azaldı ne de ekonomik ve sosyal alanda her anlamda erkeklerle eşit haklara erişebildik. Devran yine dönmedi. Mütemadiyen süren ve finişe hiç ulaşamadığımız bir maratondaymışız gibi koşmaya devam ettik. Önümüzdeki tek bariyer kadın kelimesinin bile edep dışı olduğu düşünen/savunan erkeklerdi.
Kimi zaman ne giyeceğimizi belirlediler, üstelik moda zevklerimizin uyuşabileceği bir paralel evren bile yok iken, kimi zaman bedenimize el uzattılar, kimi zaman bizatihi yaşam hakkımıza.. Yeri geldi çiçek olduk masa süsü cinsinden, yeri geldi (ya da gelmedi) kahkahamızla sınanır olduk.
2016 yılında 328 kadın erkeklerce katledildi. Sırf geçtiğimiz Şubat ayında 24 kadın öldürüldü. Bir ay boyunca neredeyse her gün bir kadın, ‘ya benim olacak ya toprağın’ gibi savunmalarla ‘planotik aşık artık dayanamadı’ gibi pervasız manşetlerle ana haberin iki dakikasında unutuldu. Cinsel istismar, tecavüz, taciz ve yaralamalara karşı hiçbir politika geliştirilmedi, bu suçlar çoğu zaman cezasız kaldı ve adeta halı altına süpürülen önemsiz detaylar olarak kimilerinin gündemini işgal bile edemedi.
Kız yurtlarına ‘kaçarlar’ şüphesiyle yangın merdiveni konmadığı için diri diri yanan çocukları gömdük, her geçen gün normalleşen bir katliam silsilesinin kurbanı olan kız kardeşlerimizi sırtlandık, parklarda koşuyor diye dayak yiyen, şort giydi diye otobüste tekmelenenen arkadaşlarımızı savunduk. Tartışılacak tarafı olmayan her şeyin mücadelesini verdik, küçücük çocukların tecavüzcüsüyle evlendirilmesine varana kadar.. Bu bilim kurgu maratonunda sendeleyen kadınlar hep birbirinin omuzuna dayanarak kalkmayı bildik. Birbirimizi bulunca düşmedik.
Amerika’da Trump gibi cinsiyetçi, ırkçı ve manasızlığın en büyük savunucularından biri başa geldiğinde yaşadığımız şaşkınlığı, kızgınlığı Amerika’da sokaklara yayılan güçlü başkaldırıyla umuda çevirdik. Los Angeles’da sokağa çıkan bize umut oldu kendinden de öte.
Daha geçen gün Avrupa Birliği Parlementosu’nda ‘Kadınlar bittabi daha az kazanmalı, çünkü onlar daha zayıflar, daha az zekiler’ gibi her açıdan ama en çok IQ açısından utanç verici konuşmaları dinledik. Hemen akabinde Avrupa kadınlarını bu söylemleri zikreden erkeklerden korumak için orada olduğunu hatırlatan İspanyol delegeyle sakinledik.
Sonra bir KHK fırtınasının içinde oradan oraya savrulan, yıllarını, emeğini kaldırımlarda savunan hocalarımızı gördük. Tam enseyi karartırken, Nuriye Gülmen’in, Acun Karadağ’ın, Betül Celep’in bu onurlu direnişlerini, işlerini enseyi bir saniye karartmadan geri istemelerinden güç bulduk, kendimize geldik.
Çilem çıktı, hep beraber düşen kız kardeşlerimizin kirpiklerini yerden topladık.
Aylin Nazlıaka, Anayasa Görüşmeleri’nin adaletsizliğine dikkat çekmek için kendini kürsüye kelepçeledi, erkeklerin bir kaş göz işaretiyle AKP’li kadın vekiller tarafından etrafı sarıldı darp edildi. Kadına şiddetin en olmaması gerektiği beklenen yerde Aylin Nazlıaka’yı HDP’li kadın vekiller savundu, korudu. Yine kadın dayanışması kazandı.
Tüm bu karamsarlığın içinde umut ummaya, enseyi karartmamaya, başımızı dik tutmaya çok ihtiyaç duyduğumuz bu zor zamanlarda 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için yine Taksim’de Gece Yürüyüşünde buluşuyoruz. 12’den sonra bal kabağına dönüşmediğimizi, büyünün bozulmadığını, istediğimiz zaman istediğimiz yerde olmamızın tartışılamaz olduğunu hatırlatıp haykırıyoruz; geceleri, sokakları, meydanları, haklarımızı terketmiyoruz.