İstanbul Film Festivali’nin en sevilen bölümlerinden Galalar’da geniş kitlelere seslenen, ünlü yıldızların usta yönetmenlerle buluştuğu, merakla beklenen, gişe yıldızı parlak filmler Türkiye prömiyerlerini yapacak.
Hepsi Gerçek / All Is True – Kenneth Branagh
İngiliz tiyatro ve sinemasının en üretken ve en yetkin isimlerinden Kenneth Branagh, yeniden Shakespeare dünyasına dönüyor ve birçok yapıtını uyarladığı ünlü yazarın kendi hayat hikâyesinden bir kesiti sinemaya aktarıyor. Hepsi Gerçek, 1613’te olağanüstü bir şöhrete kavuşmuş, çağının en büyük yazarı olarak kabul edilmiş olan William Shakespeare’in, tiyatrosunun yanıp kül olmasının ardından memleketi Stratford-upon-Avon’a, ihmal ettiği ailesinin yanına dönüşünü ve kaybettiği oğlunun acısını yaşamasını anlatıyor. Filmde efsane yazarı Kenneth Branagh canlandırıyor ve filmin oyuncu kadrosu alıştığımız üzere Ian McKellen’dan Judi Dench’e ünlülerle dolu.
High Life – Claire Denis
7 numaralı uzay gemisinde bir bebekle birlikte yalnız yaşıyor Monte. Gemi, bir kara deliğe doğru yol alıyor; uzay-zamanın büküldüğü bir noktaya. Robert Pattinson, Juliette Binoche, Mia Goth’lu oyuncu kadrosuyla High Life, Toronto’da promiyerini yaptı. Çektiği bu ilk bilimkurguda Claire Denis, tüm oyuncularına çekimlerin yapıldığı Köln’deki Avrupa Uzay Ajansı’nda astronot eğitimi aldırdı. Tabii ki yine Denis’nin tüm filmlerinde olduğu gibi Tindersticks’ın has elemanı Stuart A. Staples, müzikleri ve ses tasarımını üstleniyor.
Beyaz Karga / The White Crow – Ralph Fiennes
Ünlü oyuncu Ralph Fiennes’ın yönettiği üçüncü filmi, efsane balet Rudolf Nureyev’in hayatını anlatıyor. Senaryosunu Saatler ve Okuyucu ile Oscar’a aday gösterilen senarist ve oyun yazarı David Hare’in yazdığı Beyaz Karga, ilk gösterimini Telluride Film Festivali’nde yaptı. Son derece göz alıcı bale sahneleri içeren film, Nureyev’in Sibirya’da bir trendeki doğumundan gençliğine, eğitim aldığı yıllara değinerek 1961’de Paris Le Bourget havaalanında Sovyetler’den Batı’ya ilticasına kadar yaşamını ele alıyor. Filmde Sergei Polunin Nureyev’in ev arkadaşı Yuri Soloviev rolünü üstlenirken yönetmen Ralph Fiennes da St. Petersburg’un en saygın dans hocası Puşkin’i canlandırıyor.
Sokağın Dili Olsa / If Beale Street Could Talk – Barry Jenkins
2017’de Moonlight / Ay Işığı ile üç dalda Oscar’ı kazanan Barry Jenkins’in uzun zamandır beklenen yeni filmi, James Baldwin’in aynı adlı romanından sinemaya aktarılıyor. Baldwin’in “Amerika’da doğan her siyah, Beale Sokağı’nda doğmuştur; Beale Sokağı bizim mirasımızdır” sözlerini yüreğinde taşıyan film, Tish ile Fonny’nin aşklarını izliyor. Çocukluktan bu yana birlikte olan Tish ile Fonny’nin gelecek hayalleri, Fonny’nin haksız yere hapse atılmasıyla suya düşüyor. 1970’lerin başında New York’ta, Harlem’de geçen film, siyah bir ailenin tarihçesini, Amerikan Rüyası üzerinden yazıyor.
Greta – Neil Jordan
İrlandalı usta Neil Jordan 2012’den bu yana beklenen filminde başrolleri Isabelle Huppert ile Chloë Grace Moretz paylaşıyor; üstelik Isabelle Huppert yeniden piyanist rolünde. Saf ve iyi niyetli Frances, metroda bulduğu çantayı sahibi, filme adını veren piyanist Greta’ya hiç vakit geçirmeden iade eder. Biri eşini biri annesini henüz kaybetmiş olan iki kadın, kısa sürede yakınlaşır. Ancak kısa sürede Frances’in göründüğünden çok daha öte takıntılara sahip tehlikeli bir kadın olduğu ortaya çıkacaktır. Toronto’da prömiyerini yapan Greta, İstanbul Film Festivali’nde Sinema Onur Ödülü alan usta yönetmen Neil Jordan’a has sıradışı öğelerin yer aldığı, sağlam bir psikolojik gerilim.
Destroyer – Karyn Kusama
Jennifer’s Body ve Aeon Flux ile tanıdığımız, Karyn Kusama’nın son filmi, başrolünü Nicole Kidman’ın üstlendiği bir polisiye. Kidman’ın canlandırdığı Los Angeles’lı polis Erin, yıllar önce sızdığı bir çetenin lideri yeniden ortaya çıkınca bu eski vakaya dönmek zorunda kalır. Bu suç örgütünü baştan ele alırken Erin’in bir yandan da kendi geçmişini deşmesi gerekecektir. Kara film yapısını yıkarak kadın bakış açısından yeniden kuran Destroyer, kısıtlı bütçesine rağmen öncelikle başrolde harikalar yaratan Kidman ve sürprizli ilerleyen senaryosu sayesinde türünün en iyi ve en farklı örneklerinden biri kabul ediliyor.
Gloria Bell – Sebastián Lelio
Yaş almayı hiç dert edinmeyen, özgür ruhlu Gloria, geri dönüyor! Muhteşem Kadın ve İtaatsizlik filmlerinin Şilili yönetmeni Sebastián Lelio bu kez 2013’te çektiği filmi Gloria’nın Hollywood oyuncularının rol aldığı yeniden yapımıyla karşımızda. Gloria, 60 yaşına merdiven dayamış dul bir kadındır. Sıkıcı bir ofiste geçirdiği gündüzlerinin acısını geceleri dans pistinde çıkartmaktadır. Bir gece tanıştığı Arnold’la aralarında hiç beklenmedik bir romantik yakınlaşma olur. İlk gösterimini Toronto’da yapan, 70’ler ve 80’lerin pop şarkılarıyla bezeli bu acı-tatlı filmde Gloria’ya yeniden hayat veren Julianne Moore, her zamanki gibi izleyenleri kendine hayran bırakıyor.
Edmond – Alexis Michalik
“Fransız tiyatrosunun prensi” lakaplı genç deha, dramaturg, oyuncu ve oyun yazarı Alexis Michalik, Molière ödüllerini kapan, aynı adlı gişe rekortmeni oyunun sinema uyarlamasını da kendi üstlendi; senaryosunu yazdığı filmi kendi yönetti. Tıpkı oyunları gibi hareketli, dahiyane, sürükleyici ve üstün oyunculuğu ve üstün yönetimiyle olağanüstü bir deneyim sunan Edmond’un kahramanı, Michalik gibi şöhrete kavuşan genç bir yazar. 1897’de, şaşaalı Belle Epoque döneminde Paris’te geçen film, yaratıcılığı tıkanan Edmond Rostand’ın efsane oyuncular Sarah Bernhardt ve Constant Coquelin’in ısrarıyla kaleme aldığı, şanı yüzyılları aşan oyunu, ünlü Cyrano de Bergerac’ın ortaya çıkış hikâyesini anlatıyor.
Yüzleşme / Grâce À Dieu / By The Grace Of God – François Ozon
François Ozon’un Şubat ayında Berlin Film Festivali’nde ana yarışmada dünya prömiyerini yapan son filmi Yüzleşme, Katolik ruhbanlarının pedofili vakalarına kurbanların açısından bakan şefkatli ve güçlü bir dram. Yüzleşme, günümüzde, üç yetişkin adamı izliyor: Alexandre, François ve Gilles. Çocukluklarında kendilerini taciz eden rahibin hâlâ çocuklarla çalıştığını ve kiliseden uyarı bile almadığını öğrenen bu üç yaralı ruh kendi anılarının da yüzeye çıkmasıyla “suskunluğun yükü”nden kurtulmaya karar veriyorlar. Gerçek bir vakadan esinlenen ve Ozon’un en iyi filmlerinden biri olarak övülen Yüzleşme, travma ve cesaret konularını titizlikle ve büyük bir hassasiyetle ele alıyor.
Yabancıların Nezaketi / The Kindness Of Strangers – Lone Scherfig
2001’de Yeni Başlayanlar İçin İtalyanca filmiyle Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı kazanan Danimarkalı yönetmen Lone Scherfig, bu kez prömiyerini Berlin’in açılış filmi olarak yapan son yapıtında, göz kamaştırıcı bir oyuncu kadrosunu bir araya getiriyor. Zoe Kazan, Andrea Riseborough ve Bill Nighy gibi isimlerin rolleri paylaştığı, New York’ta geçen film, umut, affetmek ve sevgi hakkında, sevgi ve huzur arayışındaki bir grup çaresiz insanı izleyen çağdaş bir masal anlatıyor. Tesadüfler, birbirini tanımayan insanların yaptığı iyilikler ve affetmenin insanı değiştiren kudreti sayesinde eski bir mahkûm, bir lokanta sahibi, evsiz bir aile, bir acil hemşiresi ve öfke krizleri geçiren bir adamın hayatları birbiriyle kesişiyor. Lone Scherfig, her zaman olduğu gibi yine metropol meselelerini duygusal bir çerçevede zarif bir mizahla ele alıyor.
Adaletsiz / Dragged Across Concrete – S. Craig Zahler
Brawl in Cell Block 99 ve Bone Tomehawk’da normları göz ardı eden kendine özgü tarzıyla ünlenen metal müzisyen, romancı, sinemacı S. Craig Zahler’in yönettiği yeni filmi parlak oyuncu kadrosu, Tarantinovari diyalogları ve sert sahneleriyle öne çıkıyor. Başrolleri üstlenen Mel Gibson ve Vince Vaughn’un emniyetten atılan polisleri canlandırdığı Adaletsiz, bu iki ırkçı ve şiddet eğilimli polisin beş parasız kalınca daha da pis işlere karışmalarını izliyor. İlk gösterimini Venedik Film Festivali’nde yapan Adaletsiz, kara filme yaklaşırken 1970’ler sömürü sineması öğelerini de benimseyen, Taksi Şoförü, Dog Day Afternoon gibi filmlerden esinlenen, adaletin hiçbir yerde görünmediği, toplumsal bölünmüşlüğün ve bağnazlığın zirveye ulaştığı bir ABD portresi çizen, özgün bir “ucuz roman”.
Hakan: Muhafız (Sezon 2 Bölüm 1-2) / The Protector (S02 E01-02) – Umut Aral
Netflix’in ilk Türk orijinal yapımı Hakan: Muhafız’ın ikinci sezonunda da Hakan, İstanbul’u ve dünyayı yok etmeye ant içmiş Ölümsüzlerle savaşıyor. Kıyasıya bir savaşa girmek üzere olan Hakan bir yandan Sadık Olanlar’a liderlik etmeye bir yandan da Leyla ile olan aşkını yaşatmaya çalışır, fakat tüm bunlar yaşanırken hiç beklenmedik bir sürprizle de baş etmesi gerektiğini öğrenir: Hakan’ın kendini gerçek Muhafız olarak gören kayıp ağabeyi Levent ortaya çıkar. Leyla’nın ölümden uyanmasından itibaren, Sadık Olanlar’ın da dağılmasıyla Hakan’ın yaşamı tepetaklak olur. Tüm yaşananların ardından Hakan’ın elinde tek kalan ise, Zeynep’in aşkı… Görevinde başarısız olan Hakan kendine kızgın olsa da saldırıya susamış ölümsüzleri alt edebilmek için öfkesini kontrol altına almak zorunda olduğunun farkına varır. Artık saklambaç değil, savaş zamanı…